24 Aralık 2025 Çarşamba

Kitap Kulübünde Aralık Ayına Yakışır Bir Gotik Kitap ve 2025'i Bitirirken...

Shirley Jackson’ın 1958 yılında yayımlanan Güneş Saati romanında, dünyanın sonunun yaklaştığına inanan Halloran evindekiler, dünyanın geri kalanından daha ayrıcalıklı oldukları, bu evdekiler olarak kendilerinin kurtuluşa ereceği fikrine öylesine kapılıyorlar ki, yaşamakta oldukları günleri unutup kopmasını bekledikleri “kıyamet” için hazırlanmaya başlıyorlar.

Image

Merkezleri İskandinavya'nın Gotland bölgesi olan Gotlar, Avrupa'ya inerek ele geçirdikleri yerlerde barbarlıkları, talancılıkları ve yağmacılıklarıyla bilinen bir kavimdi. 5. yüzyılda Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasına sebep oldular. Gotların her yere korku salması akıllarda (ve tarih kitaplarında) öyle kaldı ki, onlardan türetilen gotik kelimesi de aşağılayıcı ve pek de hoş olmayan anlamlarda kullanılmaya başlandı. 1500'lü yıllarda yaşayan ressam, yazar, mimar ve sanat tarihçisi Giorgio Vasari (ki kendisini, mitolojik bir hadise olan Uranüs'ün hadım edilmesi freskiyle de hatırlıyor olabilirsiniz) bu kelimeyi kötü anlamıyla kullanan ilk kişi oldu.

Gotik akım ilk önce mimaride ortaya çıktı. En ünlü ve tipik örneği de herhalde Paris'te bulunan Notre Dame Katedrali olsa gerek... Edebiyata sıçraması için ise daha uzun zaman geçmesi gerekecekti. Gotik edebiyat olarak kabul edilen ilk eser, 1764'te Horace Walpole'un Gotik Bir Hikaye alt başlığıyla yayımladığı Otranto Şatosu adlı romanı. Yazar, 1749 yılında, neogotik mimarinin örneklerinden biri olan Strawberry Hill'i yaptırmıştı. Otranto Şatosu'nu da, Strawberry Hill'de kaldığı bir gece gördüğü hayaletli bir kabustan yola çıkarak yazmış...

Image

DİKKAT: YAZININ DEVAMI, KİTAP HAKKINDA KISMEN SPOILER İÇERMEKTEDİR.

Peki bu kısa girizgahı niçin yaptım? İstanbul'da yüz yüze toplandığımız kitap kulübüm Mert'in Kitap Kulübü'nün Aralık ayı için seçtiğim ve 20 Aralık Cumartesi günü Kadıköy'de toplanarak konuştuğumuz kitap Güneş Saati'ydi de ondan.

Güneş Saati, Amerikalı korku ve gotik kurgu yazarı Shirley Jackson'ın (1916-1965) 1958 yılında yayımlanan dördüncü romanı. Kitap için gotik ve apokaliptik kurgu tanımlaması yapılsa da, gotikten izler taşıyor demek sanırım daha yerinde olacaktır: Hayaletler, periler veya çeşitli doğaüstü güçlerle örülü bir gotik edebiyat yok burada, kitabı gotik yapan mütemadi tekinsizlik ve bir sonraki aşamada ne olacağını bilememenin verdiği belirsizlik hali. Eh, olayların büyük, gizemli bir malikanede geçmesi de gotik edebiyatın olmazsa olmazlarından... Netice itibariyle gotik olmasına gotik, ama ilk anda anlaşılan şekliyle değil. 

Yazarın en bilinen kitabı, Netflix'e dizisi de çekilen Tepedeki Ev. Güneş Saati ise ondan bir yıl önce, 1958'de yayımlanmış. Zaten Jackson'ın 48 yıllık yaşamında toplamda altı kitabı, ama iki yüzden fazla da hikayesi var. En bilinen hikayesi ise, 1948 yılında The New Yorker dergisinde yayımlanan Piyango adlı öyküsü. Bu hikaye, okurlardan pek çok eleştiri mektubu almasına ve dergi aboneliklerinin de iptal edilmesine neden olmuş, meraklısına okumasını öneririm. Ama aynı zamanda Shirley Jackson'ı da ünlü biri haline getirmiş. Bu arada Jackson'ın eşinin edebiyat eleştirmeni Stanley Edgar Hyman olduğunu da yeri gelmişken belirteyim. Yazar ve edebiyat eleştirmeni birlikteliği ilk etapta birbirini besleyen bir uyum gibi görünüyor. Fakat Hyman, Jackson'la olan evliliği boyunca başka başka kadınlarla da açık ilişkiler yaşamış. Biraz garip bir çift anlayacağınız... Nitekim sonunda da boşanmışlar.

Güneş Saati, Halloran ailesinin malikanesinde, evin oğlu ve her şeyin sahibi Lionel'in cenazesinin ardından eve dönüş sahnesiyle açılıyor. Roman bize daha ilk cümlesiyle, "artık tartışmasız bir şekilde Bayan Halloran'a ait olan eve" dönüldüğü bilgisini vererek başlıyor. Lionel'in ölümünde Bayan Halloran'ın parmağı olduğunu, Lionel'in artık bir dul olan karısı Maryjane ve on yaşlarındaki kızı Fancy'nin, Bayan Halloran hakkındaki düşüncelerinden öğreniyoruz. İkisi de onun ölmesini istiyor. Fancy, kelimenin tam anlamıyla "creepy" denecek cinste bir çocuk. On yaşında olduğuna inanmak güç. "Onu iteyim mi? Onun babamı ittiği gibi!" diye diye ortalıkta dolaşıyor. Belli ki bu ailede tekinsiz, entrikalar peşinde ve hepsi birbirinden çatlak üyeler var. Evin ve mirasın Lionel'e değil kendisine kalmasını istediği için, Bayan Halloran'ın onu ittiği fikrindeler. Bununla ilgili asla bir yüzleşme yaşanmasa da, sayfa 67'de Bayan Halloran'ın düşünceleriyle, evi kaybetmeyi göze alamayacağını öğreniyor, yani oğlunu sahiden de onun öldürmüş olduğunun imasını seziyoruz. Burada "merdivenden itmek" romanda birkaç yerde daha geçtiği, melodik bir biçimde tekrarlandığı için, benim aklıma leitmotiv kavramını getirdi, söylemeden geçemeyeceğim... 

Sonra çok geçmeden, Bayan Halloran'ın eşi Bay Halloran'ın (ki kendisi tekerlekli sandalyede ve aklı da gidip geliyor) kız kardeşi Fanny Hala'ya bahçede, güneş saatinin yanında bir "vahiy" iniyor: Çoktan ölmüş olan babası onunla konuşuyor ve kıyametin gelmek üzere olduğunu, herkesin evde kalmasını, evin güvenli alan olduğunu söylüyor. Ona neredeyse kimse pek de kulak asmayacakken, şöminenin içinde beliriveren bir yılan (sayfa 40), birdenbire Fanny Hala'ya inanmalarını sağlıyor. Devamında da, kitapta benim en sevdiğim şu cümleleri okuyoruz:

"Dünyada herhangi bir şeye inanmayan tek bir kişi bile yoktur. En eksantrik şeylere bile inanan birilerinin bulunacağı öne sürülebilir, kolay kolay çürütülemeyecek bir iddiadır bu. Öte yandan soyut inanç büyük oranda imkansızdır, inancı pekiştiren somut olandır; kupanın, mumun, sunak taşının gerçekliğidir; heykel gözyaşı dökene kadar değersizdir, felsefe filozof şehit düşene kadar değersizdir. ... Soyut bir inanç imkansız olduğundan ona ancak alametler sayesinde güven duyulur; tanrının, yerine geçtiği katılığın üzerinde silik de olsa kendi şeklini çıkarması sayesinde. Fanny Hala'nın çevresini saran kimse babasının uyarısına inanmamıştı ama hepsi yılandan korkmuştu."

Böylece, evdekileri birdenbire bu kıyamet gününün hazırlığı alıyor. Kasabaya gidip erzak ve hayatta kalmak üzere gerekli olan ne varsa satın almaya başlıyorlar. Hatta buna bir erkek de dahil. Evet. Kıyamet koparsa üremek için Essex dışında bir başka erkeğe daha ihtiyaç duyacaklarının hesabını yapan Fanny Hala, kasabada gördüğü ve Yüzbaşı adını taktığı bir adamı tutup eve getiriyor. Adam da onlarla yaşamaya başlıyor. Okuma önerisi: Olup biten hiçbir şeyi sorgulamadan okuyunuz... Bu, durup ikide bir olanı biteni ve karakterlerin akılalmaz davranışlarını eleştirebileceğiniz romanlardan biri değil. Halloran evinde yaşayan herkes, dünyanın geri kalanından daha ayrıcalıklı oldukları, bu evdekiler olarak kendilerinin kurtuluşa erecek insanlar oldukları fikrine kendilerini fazlasıyla kaptırıyorlar. Müthiş bir elitizm! Üstelik mücevher ya da evin odaları gibi konularda da hala yarış halindeler. Hepsi, kıyamete o kadar odaklanıyorlar ki, yaşamakta oldukları günleri unutuyorlar. Shirley Jackson da biz okurlarına bunu düşündürmek istemiş olsa gerek.

Zaten bununla ilgili de Fancy karakteri kitap boyunca sadece burada (sayfa 171) aklı başında bir laf ediyor: 

"Şahsen ben buna anlam veremiyorum. Baksana, hiçbiriniz bir şeyleri sadece sevmekle yetinemiyor musunuz? Hep dünya için endişeleniyorsunuz. Baksana. Fanny Hala çok güzel bir dünya olacağını söyleyip duruyor; her şeyin yeşil, durgun, mükemmel olacağını, hepimizin orada huzur içinde mutlu mesut yaşayacağını. Bu kulağıma gayet hoş geliyor ama halihazırda zaten çok güzel bir dünyada yaşıyorum, yemyeşil, durgun ve mükemmel, gerçi burada kimse pek huzurlu ya da mutlu görünmüyor; ama düşünüyorum da bu yeni dünyada Fanny Hala, büyükannem, sen, Essex, bu diğer delilerle annem olacak; insanlar neden geride sadece bir tek onlar kalacağı için daha mutlu ya da huzurlu olacaklarını sanıyorlar ki?" 

Halloran ailesi bu tekinsiz çocuğu bile kitabın sonunda çokbilmiş bir filozof yaptı!

Nitekim kitap, olup olmayacağı bile belli olmayan, "kıyamet"ten önceki son günle bitiyor. Aslında gelmesi beklenen o kıyamet değil de, karakterlerin bu anın geleceğine inanıp o süreçte yapıp ettikleri, yani bekleyişleri önemli olan. Ertesi gün nasıl bir dünyaya uyanacaklarını bilmiyoruz. Bir önemi de yok. Kıyamet haberini alan Bayan Halloran, hemen bir hiyerarşi kurup, daha önce göndermeyi planladıkları da dahil herkesin evde kalmasına izin verdiğini açıklıyor. Hatta eve dışarıdan gelen arkadaşları, Augusta Willow, kızları Julia ve Arabella ile babası Bayan Halloran'ın kuzeni olan Gloria Desmond da artık kendi hayatlarını bırakıp sorgusuz sualsiz bu evde yaşamaya başlıyor. Aklı gidip gelen Bay Halloran'ın bile, hemşiresinden kendisine Robinson Crusoe okumaya başlamasını istemesi, kitaba ilişkin iyi bir detaydı.

Evin çalışanları da dahil olmak üzere karakterlerin her biri o kadar kendi halinde ve o kadar narsisist ki, evin çalışanı Miss Ogilvie bile, "Acaba düzgün bir akşam yemeği olacak mı? Buraya geldiğimden beri ilk cenazem bu" deme cüretinde bulunabiliyor ve bunu herkes doğallıkla karşılıyor. Veya, Fanny Hala "Gelen babamdı" dediğinde, Bayan Halloran, "Umarım ona hürmetlerimi iletmişsindir" diyor. Kitapta ironi ve kara mizah her an her diyalogda karşımıza çıkıyor. Dahası, kitapta karakterlerin diyaloglarından ziyade monologları olduğunu söylemek isabetli olacaktır. Zira herkesin ayrı telden çalıp oynadığı roman boyunca, karşılıklı sağlıklı bir iletişim kuran karakterlere pek de rastlayamıyoruz. Herkesin kendi söylemek istediğini söylediğini, ama birbirini hiç de dinlemediği bir atmosfer hakim.

Kitaptaki en tuhaf karakterler herhalde Bayan Halloran, Fanny Hala ve çocuk Fancy. Bayan Halloran öyle bir kadın ki, dünya sona ererken ne giyeceğini, yeni dünyaya nasıl uyanacağını düşünüyor ve evde kasabalılara verecekleri son davette kendine bir taç takarak gösteriş yapıyor. Tabii dünyanın sona ereceğini Halloran ailesi dışarıdan hiç kimseyle paylaşmıyor. Bayan Halloran'sa, müthiş hazırlıklar yaptığı kıyamet gününü göremiyor: Çünkü o gece, merdivenlerin dibinde ölü olarak bulunuyor. Birisi de onu merdivenden aşağı itmiş. Ama bu olayın üstünde hiç durulmuyor. Evin erkekleri onun cansız bedenini bahçedeki güneş saatine yaslayıp tekrar eve geri dönüyorlar. Fanny Hala, "Buralarda ona gerçekten benzeyen tek şey güneş saatiydi" diyor. Sayfa 123'te, Fanny'nin oyuncak bir bez bebeğine iğneler batırıldığı sahnesi (vudu büyüsü), kitabın sonunda bir ölümle karşılaşacağımızın sinyalini veriyordu. Meğer o kişi Bayan Halloran'mış...

Kitapta, kitabın kalanıyla biri hiçbir ilgisi olmayan, diğeri bağlantılı, iki yan hikaye de var. Bunlardan ana kurguyla tamamen alakasız olanı, Harriet Stuart hikayesi. Kasabada geçmişte ailesini katleden Harriet diye bir kız varmış ve şimdi onların yaşadığı ev, Stuart Evi ve tüm bu hikaye, kasaba için bir turizm malzemesi haline dönüşmüş durumda. Acaba Jackson bize benzer bir durumun Halloran malikanesi için de geçerli olabileceğini mi söylemeye çalışıyor? Diğer hikaye de, Halloran evinden ayrılmaya karar veren Julia'nın nihayetinde bunu başaramayıp sonrasında eve geri dönmesiyle sonuçlanan sisli araba yolculuğu. Bu bölüm başlı başına ayrı bir hikaye olarak bile atmosfer yaratmada hayli iyi.

Image

Mert'in Kitap Kulübü'nün Aralık ayındaki Kadıköy buluşmasında da işte bu kitabın kurgusunu masaya yatırdık, karakterleri çekiştirdik, konular konuları açtı ve nasıl başlayıp bittiğini şahsen hiç anlamadığım 2,5 saatlik keyifli bir sohbet daha kitap kulübü tarihindeki yerini aldı. Aramıza her zamanki gibi hem yeni kitapseverler dahil oldu hem de daimi katılımcılarımız katıldı. Bu kitapta da karakterlerden yola çıkarak insanları, insanların birbirlerine yapıp ettiklerini konuşurken aslında yine hırsları, entrikaları, yalanları, yani insana ait ne var ne yoksa onu konuştuk. Bu, aynı zamanda 2025'in de son kitap kulübü buluşmasıydı. Kitaplarla dolu bir yıl daha ne çabuk geçti, inanılır gibi değil...

Herkesin söz alıp konuşabileceği samimi bir ortam için kulübe katılım kontenjanla sınırlı. İlk kez katılacaksanız, sizi ve kitaplarla olan ilişkinizi daha iyi tanıyabilmemiz için profilde bulunan kayıt formunu doldurmanız gerekiyor. 📬 Mert'in Kitap Kulübü birbirinden iyi okurların ve insanların buluştuğu bir yer olma çizgisini sürdürüyor. Kapımız kitaplardan konuşmak isteyen herkese sonuna kadar açık. Kulüpte konuştuğumuz kitapların reklam olmadığını, kitapları tamamen şahsi tercihlerimle seçtiğimi de bir kez daha belirtmek isterim. Bu kitaplar beğendiğim kitaplar olabileceği gibi; farklı perspektiflerden okurlar olarak hep beraber tartışmak ve kimi zaman birlikte eleştirmek üzere seçtiğim kitaplar da olabilmektedir. 

Bu arada bu yazıyı İstanbul'da yazdım, ama yılbaşını memleketimde geçirmek üzere geldiğim Trabzon'da yayımlıyorum. Dilerim ki sağlıklı, mutlu, huzurlu bir 2026 yılı geçiririz.

2026'da yeni blog yazılarında görüşmek üzere!

28 Kasım 2025 Cuma

Aralık Ayında Kitap Kulübünde Gotik Edebiyat Konuşuyoruz!

Image

Daha dün başlamış gibi hissettiren 2025 bitiyor bile!

"Mert'in Kitap Kulübü de olmasa konuşamayacağımız" yüz yüze kitap kulübü buluşmalarımızda Aralık ayında Shirley Jackson'ın Güneş Saati kitabını konuşuyoruz. 🧡 Kitap kulübümle ilgili en memnun olduğum geri dönüşler sanırım kitap seçimlerimle ilgili geliyor. Elbette her zaman kıyıda köşede kalmış kitapları konuşacağız diye bir şey yok, ama sanırım beni heyecanlandıran kitaplar genelde daha az bilinenler oluyor. 📚

Güneş Saati, kendisi de hayli ilginç bir karakter olan ve daha çok Tepedeki Ev romanıyla bilinen Jackson'ın 1958 yılında yayımlanan romanı. Gotik ve apokaliptik kurgunun iyi örneklerinden olmakla birlikte, bunun türlere mesafeli okurları bu buluşmadan uzak bırakmasını istemem. Zira romanımız her ne kadar tekinsiz bir evde geçse de, (neredeyse tümü kadın olan) birbirinden entrikalı aile üyeleriyle, aslında yine her zamanki gibi insanı konuşacağız. İnsanoğlunun hırsları, yalanları, inançları her şeyiyle bu romanda da karşımıza çıkıyor. Edebi açıdan pek güçlü bir metin olmadığını peşinen söyleyeyim. Fakat Soğuk Savaş yıllarının belirsizliğinin sürdüğü bir dönemde yazılmış, "kıyamet"ten korunmak için aynı malikanede toplanan insanların ele alındığı bir kitabın konuşulması gerek. Kara mizah bu kitapta da yine başrolde. 🕯

Herkesin söz alıp konuşabileceği samimi bir ortam için kulübe katılım kontenjanla sınırlı. İlk kez katılacaksanız, sizi ve kitaplarla olan ilişkinizi daha iyi tanıyabilmemiz için kayıt formunu doldurmanız gerekiyor. 📬

20 Aralık Cumartesi günü saat 13.30’da Kadıköy’de görüşmek üzere! Detaylı adresi her zamanki gibi katılımcılarımıza bildiriyor olacağız. 🧡

* Mert’in Kitap Kulübü'nde konuştuğumuz kitapların reklam olmadığını belirtmek isterim. Kulüp buluşmaları için seçtiğim kitaplar tamamen şahsi tercihlerimle seçilmiştir, yani kitap tavsiyesidir. Bu kitaplar beğendiğim kitaplar olabileceği gibi; farklı perspektiflerden okurlar olarak meselesini hep beraber tartışmak ve kimi zaman birlikte eleştirmek üzere seçtiğim kitaplar da olabilmektedir.

instagram.com/ofluoglumert

instagram.com/mertinkitapkulubu

En son çıkan romanımı incelemek için: https://www.remzi.com.tr/kitap/benim-kucuk-saheserim

Kitabı sesli kitap olarak dinlemek için: https://www.storytel.com/benim-kucuk-saheserim

26 Ekim 2025 Pazar

Yüz Yüze Kitap Kulübümün Yeni Dönem Buluşmaları Kadıköy'de Başlıyor!

Image

Ve beklenen an geldi çattı: Mert'in Kitap Kulübü'nde yeni sezon başlıyor! Her zamanki gibi, İstanbul'da yüz yüze buluşan kitap kulübü olarak, kitaptaki kurguyu, karakterleri, romanın geçtiği dünyayı ve tabii yazarın okura anlatmak istediklerini masaya yatıracağız. Özleştik! 🥳🧡

Sezonu kalemi sert, kara mizahı bol ve tabulara meydan okuyan eserleriyle bilinen Chuck Palahniuk ile, yeraltı edebiyatının derinliklerine dalarak açıyoruz. Görünmez Canavarlar, çıkışını Dövüş Kulübü ile yapan yazarın aslında ondan da önce yazdığı ama yayınevlerinden ret üstüne ret yiyen romanı. Kendisinin toplumsal normlara, medyanın dayattığı güzellik algısına, tüketim çılgınlığına ve kimlik meselesine dair söyleyecek çok sözü var. Baştan söyleyeyim, sarsıcı bir kurguyla karşı karşıyayız.

Kitap kulübünün benim için en güzel tarafı, okuduğumuz aynı roman hakkında bambaşka yorumlarda bulunmamız ve kitap hakkında farklı fikirlerde de olsak bunu müthiş bir nezaket içinde, karşılıklı empatiyle yapıyor oluşumuz. Ben bu ortak paylaşım hissini çok özledim. Eğer siz de özlediyseniz veya bu birlikteliği bizimle ilk kez yaşamak istiyorsanız, 15 Kasım Cumartesi günü 13'te Kadıköy'de buluşalım. Detaylı adresi katılımcılara bildiriyor olacağız.

Herkesin söz alıp konuşabileceği samimi bir ortam için kulübe katılım bu dönem de yine kontenjanla sınırlı. İlk kez katılacaksanız, sizi ve kitaplarla olan ilişkinizi daha iyi tanıyabilmemiz için kayıt formunu doldurmanız gerekiyor.

15 Kasım'da görüşmek üzere! 📚🌱

* Mert’in Kitap Kulübü'nde konuştuğumuz kitapların reklam olmadığını belirtmek isterim. Kulüp buluşmaları için seçtiğim kitaplar tamamen şahsi tercihlerimle seçilmiştir, yani kitap tavsiyesidir. Bu kitaplar beğendiğim kitaplar olabileceği gibi; farklı perspektiflerden okurlar olarak meselesini hep beraber tartışmak ve kimi zaman birlikte eleştirmek üzere seçtiğim kitaplar da olabilmektedir.

8 Ekim 2025 Çarşamba

İngilizler Türk dizisi çekerse ne olur: The Girlfriend

Image

İngilizler Türk dizisi yaparsa ne olur: Bir annenin yıldızı, oğlunun yeni kız arkadaşıyla daha ilk andan itibaren barışmıyor ve oğluna kızın gerçek yüzünü göstermek için elinden geleni yapıyor. Ama çocuğun gözü kör. Biz bu hikayeyi bir yerden tanıyoruz. 6 bölümlük mini dizi The Girlfriend, Amazon Prime'da.

Sahiden de sosyopat bir kızla karşı karşıyayız. Öyle ki, ilk bölümde acaba You'nun kadın versiyonunu mu izleyeceğiz filan gibi bir hisse kapıldım ama öyle bir şey olmuyor. Anne ne yapsa, kızın maskesini düşüremiyor. Çocuk annesini bir türlü dinlemiyor.

Tabii burada dram değil, psikolojik gerilim izliyoruz. İki kadın arasındaki erkek rekabeti giderek kızışıyor, iş şiddet dolu bir hal almaya başlıyor. İftiralar, suçlamalar, yaralamalar derken iki kadından birinin son bölümden sağ çıkamayacağını dizi size baştan hissettiriyor.

Ve sıkı durun, psikopat kız arkadaşı, Bates Motel dizisinde hanım hanımcık Emma karakteriyle tanıdığımız Olivia Cooke oynuyor. Cooke orada uysal, sakin bir kızken burada son derece seksi, şeytani ve bazen kızmadan, bazense durumuna üzülmeden edemediğimiz Cherry'i başarıyla canlandırıyor.

Dizi aynı olayları hem annenin hem de kız arkaşının bakış açısından vererek, yer yer ikisine de hak vereceğimiz, ikisiyle de empati kuracağımız bir açıdan ele alıyor. Anne rolünde Robin Wright, oğul rolünde ise çıkışını bu diziyle yapan Laurie Davidson oynuyor. Gayet iyiler. Robin Wright aynı zamanda üç bölümün yönetmenliğini de üstlenmiş. Michelle Frances'in aynı adlı kitabından uyarlama olan dizinin senaryosunu Gabbie Asher yazmış.

Dizi öyle iyi bir dizi sayılmaz. Ama zaten 6 bölüm, şık sahneler ve oyunculuklar için izlenir. Sonunda, anne engeli ortadan kalktığında, oğlun da kız arkadaşının (artık karısının) gerçek yüzünü gördüğümüz sahneye yer vermeseler bozulurdum. Gel gör ki iş işten geçtikten sonra...

Yakında:

Bu yıl izlediğim en iyi film olan Pearl'ün yıldız oyuncusu Mia Goth'un da kadrosunda yer aldığı Frankenstein, 7 Kasım'da Netflix'te yayında. Mia'yı bu filme akıl eden yönetmenimiz Guillermo del Toro'ya teşekkür etmeden geçmeyelim. Filmde Oscar Isaac ve Jacob Elordi de başrollerde. Heyecanla bekliyoruz. 

instagram.com/ofluoglumert

instagram.com/mertinkitapkulubu

twitter.com/ofluoglumert

En son çıkan romanımı incelemek için: https://www.remzi.com.tr/kitap/benim-kucuk-saheserim

Kitabı sesli kitap olarak dinlemek için: https://www.storytel.com/benim-kucuk-saheserim

19 Eylül 2025 Cuma

Javier Marías'ın Son Kitabı

Image

Bazen bir kitaba başlayıp o kitabı bitirene kadar geçen sürede kendi hayatınızda da pek çok şey olup bitiyor; hele de o kitap 527 sayfaysa ve şu kolay okunan, olay ağırlıklı değil, sizi arada bir durup düşünmeye sevk eden yoğun, yer yer denemeyi andıran romanlardan biriyse. Tomás Nevinson da, sultan papağanım Balım’ın kaybolduğu dönemde okuduğum bir kitap olarak hafızamdaki, okuduğum ilk Javier Marías romanı olarak da kitaplığımdaki yerini aldı. (Okuduğum ilk romanı olduğunu özellikle belirtiyorum çünkü kısa süre önce yazarın Can Yayınları'ndan çıkan Kötü Niyet Öyküleri adlı öykü kitabını okumuştum. Bu kitabı ise Yapı Kredi Yayınları'ndan 2025 yazında çıktı.)

Tomás Nevinson benim Marías’ın okuduğum ilk romanı ama, yazarın ölmeden önce yazdığı son kitap. Yani hep merak ettiğim yazarla tanışmam, yazdığı son kitaba saklanmış denebilir (öykü kitabını saymazsak). Aslında bu roman, yazarın Berta Isla romanındaki karakterleri içerdiğinden önce o da okunabilirmiş ama doğrudan bunu okumanızın önünde de bir engel yok, çünkü bağımsız bir kitap. 1990’larda İspanya’da geçen hikayede, Tomás, emekli bir casus. Fakat yıllar sonra “son bir iş” alıyor, hep öyle olmaz mı? Görevi, İspanya’nın küçük bir şehrine giderek, orada yaşayan bir öğretmen kılığına bürünüp, terör saldırılarında parmağı olduğu düşünülen bir teröristi bulmak ve öldürmek. Üç şüpheli var, üçü de kadın ve belki de aradıkları terörist üçü de değil. Bu durumda Tomás ne yapacak, nasıl bir karar verecek?

Uzun, yoğun bir eser. Bilinç akışı fazlaca kullanılmış. Özellikle ilk yüz-yüz elli sayfa, çok ağır, sadece düşünceler ve diyaloglar halinde ilerliyor. Casus lafını duyunca kitap boyunca olay ya da aksiyon beklemeyin, zira hiçbirine rastlamayacaksınız. Daha ziyade o casusun düşüncelerini, ikilemlerini, gelgitlerini bulacaksınız. Zihninde gezinmek gibi… Kitabın içine girmek kolay değil, suda yürümeye çalışmak gibi. Fakat suya alıştığınızda bu sefer dışarı çıkmak istemiyorsunuz. Tadına yavaş yavaş varılıp, bitmesin istenen kitaplardan birine dönüşüyor.

Kitabı okurken yaptığım paylaşımlarda “okumalı mıyım” diye soran çok mesaj aldım. Bu soruya yanıt vermek için soran kişinin ne tarzda kitaplardan zevk aldığını bilmek gerek. Kolay okunabilen, hafif bir şeyler arıyorsanız pek önermem ancak felsefi, edebi, doyurucu ve yoğun bir metin okumak istiyorsanız bu kitabı seveceksiniz.

16 Eylül 2025 Salı

Facebook'un Gücü ve Kayıp Sultan Papağanım

Image

Beni Instagram veya X'ten takip edenleriniz biliyordur. Zira son on gündür başka hiçbir şey paylaşmaz oldum denebilir. Sultan papağanım Balım, geçtiğimiz günlerde Marmaris’te kayboldu (İstanbul’da değilim). Ve hala kayıp.

Bu yazıda ise başka bir şey anlatacağım.

Kuşlar genelde kaybolduğu yerden çok fazla uzağa gitmez. Ve küçük bir şehirdeyseniz yerel, niş sosyal medya hesapları sesinizi duyurmanıza tahmin ettiğinizden daha çok yardımcı olabilir.

Ben de araştırırken, Facebook’ta Marmaris özelinde kayıp hayvan grupları olduğunu gördüm (sizin yaşadığınız yerlerde de muhtemelen vardır). Böylece yıllardır girmediğim, üstü toz tutmuş Facebook hesabıma yeniden girdim ve gruplarda Balım’ın fotoğrafını paylaşıp kaybolmasına ilişkin detayları yazdım.

Bu sürecin sonunda üç şeyi anladım.

Birincisi: Sosyal medyanın, ama özellikle Facebook gruplarının gücü kesinlikle yabana atılmamalı. Bana gelen ihbarların neredeyse tamamı, Balım’ın fotoğrafını paylaştığım kayıp hayvan grupları üzerinden geldi. Bu ihbarlar işe yaradı mı, henüz değil, Balım hala kayıp, ama yine de Facebook’un ne kadar etkili olduğunu gördüm. Belki pek çoğumuz Facebook hesaplarımızı kapatmış olsak da, bu gibi durumlarda Facebook hala ilk müracaat noktası. Instagram ve X’ten görüp yazan pek kimse olmadı mesela. Balım’ın kaybolduğu Armutalan’a yapıştırdığım afişlerin bile hiçbir faydası olmadı (ki olabilirdi ve belki de olacaktır; basılı ilanların gücüne hala inanıyorum). İstanbul’da yaşayan, milyon takipçili hesapları olan ünlü arkadaşlarımdan paylaşanlar da olmuştu. Ama bu duyurunun hedef kitlesi Marmaris’ti. Arap ülkelerindeki veya Latin Amerika’daki Türk dizisi fanlarının bizim Balım’ın fotoğrafını görmesinin hiçbir katkısı olmadı (yine de, paylaşımı gören ve kendisi buralarda oturmasa da buralarda oturan bir tanıdığı olan birinin -mesela o ünlüyü takip edip bu paylaşımı gören siz Trabzon’da, İzmir’de, Ankara’da, Erzurum’da yaşıyorsunuzdur ama Marmaris’te yaşayan akrabalarınız veya arkadaşlarınız vardır- o kişiyle paylaşması ihtimali fena bir ihtimal değil). Doğrudan bu amaca hizmet eden Facebook gruplarıysa, hedef kitlesi kayıp hayvan sahipleri ve hayvanseverler olduğu için son derece etkili oldu. Sayısız iyi niyetli ihbar geldi. Kimi Balım’ı gördüğünü söylüyordu. Kimi evinin yakınlarında öten bir papağan sesi duyduğunu. Ne kadar arasak da tarasak da bulamadık tabii. Kuş bu. Her yerde olabilir. Kayıp sultan papağanını bulmak zor bir iş. 

İkincisi: İyi insanlar hala var. Yardımsever insanlar hala var. Kendisine faydası dokunmayan bir konu için harekete geçen insanlar hala var.  Böylesine iç karartıcı ve her şeyin yapaylaştığı bir dönemde, bu tür insancıl davranışlar ve yaklaşımlar belki de tutunacağımız yegane şey.

Üçüncüsü: Sandığınızdan -ve hatta benim de sandığımdan- çok daha fazla insan sultan papağanı besliyor. Bana kendi sosyal medya hesabımdan yazan pek çok insan, sultan papağanı beslediğinden ve kaybolmasının ne kadar üzüntü vermiş olabileceği yönündeki empatilerinden bahsettiler. Sokakta konuştuğum insanlar, kendilerinin de sultan papağanı olduğunu söylediler. Evcil hayvan deyince akla genelde kedi köpek geliyor, ama onların hemen ardından listenin üçüncü sırasında, çoğu zaman göz ardı ettiğimiz sultan papağanları (kuş cinsleri olarak da genelleyebiliriz) var. Hatta, World Population Review sitesinin 2025 yılı evcil hayvan araştırmasına göre, Türkiye’de en çok beslenen evcil hayvan 11.5 milyon ile kuşlarmış, ki bu beni bile şaşırttı. Kuşlar zirvede anlayacağınız. Onu 4.7 milyon ile kediler, 1.4 milyon ile köpekler izliyor. Evde kuş besleyen ülkeler sıralamasında dünyada üçüncü sıradayız. Bizden önce 191 milyon ile (NE?!) Brezilya (tamam, şimdi inandırıcı oldu) ve 12.9 milyon ile bize yakın olan İtalya var. Aynı araştırma Amerika’da 74.1 milyon evcil kedi, 69.9 milyon evcil köpek beslendiğini ve onları 8.3 milyon ile evcil kuşların izlediğini ortaya koyuyor. Forbes’in 2025 araştırmasında da, birbirini tam tutmasa da yakın rakamlar var.

Bir de elimizde artık bir değil, iki kayıp kuş var. :)

Bana gelen bir mesaj, "Papağan bulduk, sizin olabilir mi? Ofiste kafeste sahibinin bulunmasını bekliyor" diyordu (beni Facebook’tan bulmuşlardı). Bir an için, bir ümit, keşke Balım olsa, insanlar onu bulmuş, üstüne bir de kafese koymayı başarıp sahibini, yani beni arıyor olsa diye düşündüm. Bana Balım’ı gördüğünü veya sesini duyduğunu yazanlar olmuştu, fakat ilk kez bir mesaj, papağanınızı bulduk, hem de kafese koyduk diyordu! Gönderdikleri fotoğraf Balım’ın tarifine benzese de -grili beyazlı- o kuşun Balım olmadığını hemen anladım tabii. Yine de gittim onu da görmeye, çok sevimli, şirin bir şey o da, ben de paylaştım. Sahibi kısa sürede bulunacaktır diye düşünüyorum. Kuşu şimdi emin ellerde onu bekliyor.

Umarım herkes kayıp evcil dostuna kavuşur. Evcil dostlarımız da sahiplerine…

Balım’sa henüz bulunamadı. Kayıp sultan papağanı nasıl bulunur, bilmiyorum.

Kaybolmasının üstünden on günden çok geçtiği için artık hayatta mı değil mi onu bile bilmiyorum ama böyle ihbarlar gelmeye devam ettikçe, ümidim azalmışken tekrar artıyor. İyi insanlar hala var ve belki biri de Balım’ı bulmuş, sahibini, yani beni arıyor olabilir. 

Ola da buralarda oturan tanıdığınız varsa, iletişim için Instagram hesabımı biliyorsunuz.

instagram.com/ofluoglumert

instagram.com/mertinkitapkulubu

twitter.com/ofluoglumert

ofluoglumert.bsky.social (Evet, Blusky'da da yerimi aldım!)

En son çıkan romanımı incelemek için: https://www.remzi.com.tr/kitap/benim-kucuk-saheserim

Kitabı sesli kitap olarak dinlemek için: https://www.storytel.com/benim-kucuk-saheserim

Image

19 Ağustos 2025 Salı

Kitap Kulübü Hazırlığı, Yeni Kitap Yorumu ve Öteki Şeyler

Image

Kitap yorumlarıma hız kesmeden devam ediyorum.

İçinde doğadan, hayvanlardan bahseden, hatta bunları baş köşesine koyup kurgusunu tümüyle bu çerçeveye oturtan romanları pek seviyorum. Doğa sorunlarını, iklim krizini de ele aldı mı bu gibi kitaplara ekokurgu, ekolojik roman gibi isimler de veriliyor; bu romanda böyle bir tema yok tabii. Benim (şu anda piyasada baskıları bitmiş olan) ilk romanlarım Ters Düz ve Uçurum Zamanı Trabzon’un kurgu ürünü Bozbalık Köyü’nde geçtiğinden, arka plana Doğu Karadeniz’in bu köyündeki doğa yaşamından çeşitli tasvirler serpiştirmiştim. Gerald Durrell’in usta işi kaleminden (ve Alfa Kitap'tan) çıkan Ailem ve Öteki Hayvanlar’da ise, doğa ve hayvanlar tümüyle başrolde.

Müthiş bir romanla karşı karşıyayız. Çok çılgın, renkli Durrell ailesinin, dört çocuk ve annelerinin, İngiltere’nin havasından sıkılınca bir anda tası tarağı toplayıp Yunanistan’ın Korfu Adası’na taşınmalarıyla başlıyor macera. Hikayeyi, on yaşındaki Gerald’ın gözünden okuyoruz. Kitapta böceklerden kuşlara, kaplumbağalardan örümceklere aklınıza gelecek -ve gelmeyecek- her çeşit hayvanla ilişki kuruyor Gerald. Adadaki sonsuz hayvan çeşitliliğini okuyoruz. Hem bilgiler öğrenerek hem de kurgu edebiyatın tadına vararak yapıyoruz bunu. Mekan Korfu Adası olunca, romanı yazın okumak da ayrı bir keyif veriyor insana. En azından bana verdi.

Gerald Durrell deyince aklınıza Lawrence Durrell geldiyse, evet, kendisinin Lawrence’ın küçük erkek kardeşi olduğunu hemen belirtelim. Hatta kitaptaki karakterlerden biri de Larry kısaltmasıyla Lawrence’ın ta kendisi. Yazar kardeşlerin ikisinin de başarıları malumunuz aşikar. İskenderiye Dörtlüsü romanının ilk kitabı Justine’i de paylaşmıştım bu sayfada. Kardeşler adeta dünyayı kendi aralarında bölüşmüşler gibi. Sen Mısır’ı yaz. Tamam, ben de Yunanistan’ı yazacağım. Ama adaları da bölüşelim. Rodos’u sen al, Korfu’yu ben.

Durrell’ın o kadar eğlenceli, öylesine mizahi bir dili var ki, kendinizi satır aralarında kıkır kıkır gülerken bulabilirsiniz. Kitabın çevirisi (Ayşen Anadol) de çok iyi yapılmış. Sırada serinin diğer iki kitabı var. Bu bir yetişkin kitabı gibi görünse de, kesinlikle çocuklara da hitap edecek. Türsüz, yaşsız kitaplardan. Zaten başarısı da burada yatıyor. Herkese öneririm. (Balım’ın kafesine düşen büyük bir kuyruk tüyü eşliğinde kitabın kapağını kapadım. Tam kitabın fotoğrafını çekecekken tüyü görünce, böyle bir kare çekeyim dedim. Bu kitaba da bu kare yakışırdı.)

Romanın sahiden eğlenceli olduğunu, şu cümlelerle başlamasından bile anlayabilirsiniz: "Okuyacağınız kitap, ailemle birlikte bir Yunan adası olan Korfu’daki beş yıllık misafirliğimin hikayesidir. Yazmaya başlarken, adanın doğasını biraz nostaljik bir dille anlatmaya niyetlenmiştim; ancak kitabın ilk sayfalarında ailemi tanıtmak gibi bir yanılgıya düştüm. Bir kez kendilerini kağıt üzerinde bulunca iyice yerleştiler, çeşitli bölümlere dostlarını bile davet ettiler. Ancak tilki gibi kurnazca hareket ederek, büyük zorluklarla şurada burada birkaç sayfayı bütünüyle hayvanlara ayırmayı başardım."

Okumaya, yazmaya devam.

Image

Ve Akyaka'da geçtiğimiz akşamüstü çekildiğim bu fotoğraf da, İstanbul'daki Mert'in Kitap Kulübü sonbahar buluşmaları için seçtiğim (ama duyurularını yapana kadar kendime sakladığım) kitapları düşünürken... Yüz yüze buluşmalarımızı, okuduğumuz aynı kitaplar hakkında başka yorumlarda bulunmamızı, hepimizin bambaşka detaylara dikkat ediyor oluşunu, karakterleri ve kurguyu heyecanla masaya yatırmalarımızı, samimi sohbetlerimizi, her birimiz nihayetinde farklı insanlar olduğumuzdan romanlarda işlenen temaları beğensek de yargılasak da bunu birbirimize karşı müthiş bir nezaket içinde yapışımızı, kısacası ne olursa olsun aynı sayfada buluşabilmemizi çok özledim doğrusu. 

İstanbul'da görüşmek üzere! 🤸🏻‍♂️📚🧡

instagram.com/ofluoglumert

instagram.com/mertinkitapkulubu

twitter.com/ofluoglumert

ofluoglumert.bsky.social (Evet, Blusky'da da yerimi aldım!)

En son çıkan romanımı incelemek için: https://www.remzi.com.tr/kitap/benim-kucuk-saheserim

Kitabı sesli kitap olarak dinlemek için: https://www.storytel.com/benim-kucuk-saheserim

Kitap Kulübünde Aralık Ayına Yakışır Bir Gotik Kitap ve 2025'i Bitirirken...

Shirley Jackson’ın 1958 yılında yayımlanan Güneş Saati romanında, dünyanın sonunun yaklaştığına inanan Halloran evindekiler, dünyanın geri k...

Image