Sporun çıkış aşaması, giyinme odasında bir banka eşyalarımı biraz yaymıştım. Çantalar, torbalar. Yaşlıca bir adam geldi. Kibar bir şekilde hiç yaklaşmadan ileride tarafta giyinmeye başladım. Ben de eşyalarımı topladım. Bir süre sonra arabayla çıkarken aynı adam topallayarak önümden geçti. O sırada aklıma geldi. Ama önce tekrar içeri girecek mi diye bekledim. Diğer bir kapıdan çıkmış herhalde. Girmedi. Ben de sesimi rahat duyacağı şekilde arabayla yanına geleyim dedim. Yaptım, ama o sırada o da biraz ilerlemişti tabi. Kapıyı açıp bakar mısınız diye seslendim, ama duymadı. Gideceğiniz yere bırakayım diyecektim. Yüzünde acı çeker gibi bir ifade vardı çünkü. Sonra yan tarafa döndü. Daha önce hiç dikkat etmediğim bir yol. Ben nereye gidiyor diye bakarken arkadan bir korna sesi geldi. Tamam, tamam. Hemen caddeye döndüm. Ama içime sinmediğinden ileriden dönmeye karar verdim. Çünkü empati yaptım sevgili okur, bu aralar ben de topallıyorum.
Aç paragraf: Burkulmalar hak ettiğinin onda biri kadar değer görmüyor. Öldürmeyen diğer her türlü hastalık-bozukluk-aksilik gibi. Hele yumuşak doku incinmesi denince kimse önemsemiyor. İncinmiş, zaten yumuşak. Bir özür dilersin, bir öpersin, geçer. Onun yerine ismi “bağlar çok kızdı, bağırıyor” olabilir mesela. Bunun için departmanlar oluşturulmalı, içinde uzmanlıklara ayrılmalı, aşil sakatlıkları, kırıklar, kopmalar, zorlanmalar, teşhis edilememişler. Hastanelerde hemen kapının yanında yer almalı. Bu da her yerde kocaman yazmalı ki burkulma nerede demek için danışmaya kadar bile yürünmesin. Her hastayı ortopedist-fizik tedavici ve spor hocasından oluşan bir ekip görmeli. Başka türlü olmuyor zaten. Tekinin bir anlamı olmuyor. “TUS’ta burkulma yazayım diyordum, ama çok zor diyorlar, çok kapsamlıymış, belki dirsek yazarım, o çok daha kolay.” Kapat paragraf.
İleriden döndüm. 2-2.5 dk falan geçmişti. Ama adamın girdiği yola bakınca biraz ileride gördüm. Herhalde çok yavaş yürümüş. Parkettim kenara. Girdim yola. Bir yaya yolu. Sağı dere, bir girinti yapıp suya bakan iki bank koymuşlar. Birisi de bankların karşısına vişne çürüğü kadife bir koltuk koymuş. Değişik. Devam ettim.

Adam ortada yoktu. Yol biraz ileride bitiyordu, birkaç adım sonra dönecektim. O sırada adam karşıdan gelmeye başladı. O nasıl oldu, niye önceden görmedim, bilmiyorum. Yol biraz dönüyor muydu acaba. Yanımdan geçti, ben de peşinden döndüm. Tişörtü fora etmişti. Uzunca bir boy, dinç görünse de bayağı kırışmış bir cilt, bir spor çanta, elinde teknolojik veya spor için bir iki alet. Tam topallıyordu diyemem, ama anormal içe baskıyordu. Onun getirdiği bir yürüyüş bozukluğu vardı sanki. Zaten o kadar içe basınca bilek kasları çok zorlanıyor olmalı. O da ağrı yapıyor olabilir. Adama söyleyen olsa keşke. İçe basamayacağı ayakkabılara ihtiyacı var. O sırada sinekler yapışıp duruyordu. Bu tip dere kenarlarının alamet-i farikası.

Bankların hizasına gelince yavaşladı. Eşyalarını banka koydu, ben de yanından geçtim tekrar. Adam benim tarafa doğru bakıyordu, dikkatini çekti. Hafifçe selam verdim. Ama baktım, bakmaya devam ediyor. Merak etti, giyinme odasında dikkat etmemiş bile olsa bu niye ikinci kere yanımdan geçiyor diye. Ben de dönüp iyi günler dedim hafifçe. Ondan birşey gelmedi, şüphelendi bu kim, ne, ne istiyor diye. Ben de sormaktan vazgeçmiştim. Açıklayamayacağım kadar garip olacaktı sporda gördüğümü söylemek. Durum zaten garip de bunu sadece siz ve ben biliyoruz. Zaten artık ihtiyacı var gibi de durmuyordu.
Arabaya döndüm. Uzaktan görüyordum. Oturuyordu bankta. Bir mantığa da oturtamadım. Orada napıyordu. Benim gibi meraktan oralarda dolandığını sanmam. Hep yaptığı şeyler gibiydi. Ama niye ileriye doğru gidip geri dönmüştü? Belki deniz kenarında bir banka oturacaktı, ama onlar doluydu? Daha önemlisi, nasıl bir insan? Hangi sınıftan? Yabancı olabilir mi mesela? Sanki yabancı olsa böyle gariplikleri daha kolay anlayacağız. Oysa ne farkeder. Ve sineklerden niye rahatsız olmuyordu?



















